Sena, genç yaşta evliliğinin karanlık yüzüyle yüzleşen bir kadın olarak tüm dünyaya seslendi. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum!" diyerek yaşadığı travmayı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarını gözler önüne serdi. Bu sözleriyle yalnızca kendi hikayesini değil, birçok kadının yaşadığı çaresizliği de temsil etti. Bu yazıda, Sena'nın hikayesini, toplumun kadına bakış açısını ve kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda atılması gereken adımları ele alacağız.
Dünya genelinde kadın cinayetleri, her geçen gün artan bir sorun haline geliyor. 2023 verilerine göre, her 3 günde bir kadın, partneri veya ailesi tarafından öldürülüyor. Ülkemizde ise son yıllarda kadın cinayetleri sayısında gözle görülür bir artış yaşandı. Ancak bu durumu istatistiklerle basit bir şekilde açıklamak, sorunun derinliğini anlamayı zorlaştırıyor. Her bir olay, arkasında bir hikaye, bir hayat ve büyük bir kayıp barındırıyor. Sena'nın seslendirdiği bu dram, sadece bir bireyin değil, toplumun bir kesiminin gerçeği. Her 10 kadından 4'ü, hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor, bu maalesef çoğu zaman ölümle sonuçlanıyor. Semtlerimizde, mahallelerimizde yaşanan sıradan bir olay gibi görünen kadın cinayetleri, aslında derin bir toplumsal bağlam içindedir ve bu bağlam içinde kadınların güvenliği, onurlu bir yaşam sürmeleri tehlikeye girmektedir.
Sena'nın "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum!" ifadesi, sadece bir bireysel çıkış değil, aynı zamanda toplumsal bir uyanışın da çağrısını yapıyor. Kadınlar, yaşadıkları travmaların ve hayatlarıyla ilgili alınan kararların kendilerine ait olması gerektiğini savunuyor. Bu noktada, toplumun her kesiminin duyarlılığına ihtiyaç var. Kadın cinayetlerini önlemenin yolu, yalnızca yasal tedbirlerle değil, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ile mümkün. Kadına yönelik şiddet, bir kişinin ailesinden, çevresinden veya toplumdan aldığı destek eksikliği nedeniyle artmakta ve bu durum bir kısır döngüye dönüşebilmektedir. Sena, sesini bu kısır döngüyü kırmak için yükseltiyor. "Hayatımın hikayesini ben yazarım," diyerek kadınların kendi hayatları üzerinde kontrol sahibi olmasının önemine vurgu yapıyor.
Sena'nın bu isyanı, kadınların sadece birer rakam olarak anılmaktan öte, kendi seslerini bulmaları gerektiğini hatırlatıyor. Yaşadıkları her türlü şiddete dur demek, bir insan hakkıdır ve bu hak, dünkü, bugünkü ya da yarınki kadınlar için tek Andımızdır. Toplumda kadına yönelik duyarsızlık ve önyargılar, değiştirilmediği sürece bu cinayetler devam edecektir. Bu yüzden toplumun her kesiminin bu meseleye duyarlılıkla yaklaşması, kadınların hayatta kalma mücadelesinde kilit bir öneme sahiptir.
Sena'nın haykırışı, bir özeleştiri aynı zamanda. Kadınların kendi arasında da dayanışma sağlaması gerektiğinin altını çizmekte. Yanlış bildiklerimizi sorgulamak, geçmişte olup bitenlere cesaretle yaklaşmak, gelecekteki kadın nesilleri için umut dolu bir yol açmakta. Etrafımızda bulunan, sesini çıkaramayan ya da alakalı bir desteği bulamayan kadınların hikayelerine kulak vermek, yani sesi en yükseğe ve en dikkat çekecek şekilde çıkarmak, hemen hemen herkesin görevi olmalıdır.
Özetle, Sena'nın etkileyici sesi, sadece bir eylem değil, sınırsız bir dayanışmayı ve güçlenmeyi de çağrıştırıyor. Kadınlar, seslerini çıkararak ve birbirlerine destek olarak, toplumsal değişimin öncüsü olabilirler. Bu mesajı yaymak ve her kadının kendi şiddet hikayesini yazmasını sağlamak, hepimizin görevi. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum!" sloganı, hepimizin yüreğine dokunan bir çağrı. Bu çağrıya kulak vermek, geçmişten günümüze gelen tüm önyargıları bir kenara bırakmak ve kadına yönelik şiddetin son bulması için el birliğiyle mücadele etme zamanı. Sena'nın sesi, artık hepimizin sesi olmalı.